BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ ( TATBİKAT TİYATROSU )

BİR DELİNİN HATIRA DEFTERİ ( TATBİKAT TİYATROSU )

İzlemeyenin Ankaralı sayılmadığı, bilet arayıp bulamama hikayelerinin hava uçuştuğu, efsane oyun Bir Delinin Hatıra Defteri...

Aslında bu oyunu ülkemize kazandıran ve yıllardır oynayan Genco Erkal. Onun sahnelediği oyunla ilgili de fikirlerimi paylaşacağım.

Erdal Beşikçioğlu'nun oyunu ise Genco Erkal'ınkinden daha çok ilgi görüyor, bunda özellikle Behzat Ç. dizisinde edindiği büyük hayran kitlesi, ekstra popülerlik etkili. Beklentilerin altını dolduran performansıyla da Beşikçioğlu, senelerdir kapalı gişe oynamaya devam ediyor.

Bu oyun Ankara Devlet Tiyatroları bünyesindeyken, yani biletler 10 tl iken (hatta öğrenci 6) insanlar sabah 5-6'da sıraya girmeye başlıyormuş, internete kalmayan biletler, karaborsaya düşüyormuş. Yani çok eskiden gelen bir namı var bu oyunun. Şu an Beşikçioğlu'nun kurduğu Tatbikat Sahnesi bünyesinde oynamaya devam oyunun fiyatı 55 lira, buna rağmen uzun süre biletler çıktığı an tükenmeye devam etti. Bu çılgınlığa değer mi? Ben biletler çıktıktan 2 gün sonra, işlerimi halletmeye çıktığımda bilet alayım dedim ve bilet vardı, yani bilet kapma yarışına girmedim. Ama girmem gerekse girerdim ve oyun da buna değerdi, parama da zamanıma da değerdi.

Oyundan önceki araştırmalarımda şunu sıkça okudum: "Genco Erkal adım adım deliren birini, Beşikçioğlu çoktan delirmiş birini oynuyor." Aslında Beşikçioğlu'nun oyunu çok ufak ekleme ve çıkarmalar dışında kitapla birebir ilerliyor. Kitabını okumanızı tavsiye ederim, oyunu çok rahat takip edersiniz, zaten 20-30 sayfalık bir öykü okumak maksimum 1 saatinizi alır. Erkal ise metni daha derli toplu hale getirmiş, daha 'uyarlama' halinde kalmış, delirmeye geçişi daha net vererek oyun seyrini kolaylaştırıyor. Yine de bu yaşadıklarını kaldıramayan ve adım adım deliren birinin hatıra defteri mi yoksa o defter başladığı an Popriçin çoktan delirmiş halde miydi buna tam emin değilim. Her türlü yorumlamaya açık bir metin.

Bu oyun vesilesiyle aldığım kitapta Gogol'un iki kısa öyküsünü daha okudum: Palto ve Burun. Dostoyevski "Hepimiz Gogol'un Palto'sundan çıktık." diyerek öykünün başarısını anlatmış. Bu üç öyküde de ortak olan bazı öğeler var: Düşük dereceli memur karakterler, bu derecelerle ezilen ya da göklere çıkan insanlar, kısıtlı çevrelerinden çıkmaya, bu kast sistemi gibi katı programlanmış sosyal yapıyı kırmaya çalışan kayıp hayatlar. Ömürlerini bir işe adayıp karşılığını alamayanların hikayeleri...

Erdal Beşikçioğlu salona girdiğimizde vincin tepesinde hareketsiz yatar vaziyette karşılıyor bizi ve oyun başlar başlamaz yattığı yerden Popçirin olarak uyanıyor: "Bugün önemli bir olay oldu. Hayli geç kalktım bu sabah."

Popçirin bize anlatmaya başlıyor: 9. dereceden memur olduğunu, genel müdürün kalemlerini çok iyi açtığı için Şube müdürü tarafından kıskanıldığını, genel müdürün kızı Sofi'ye karşı saplantılı aşkını, köpeklerin konuşmalarını duyduğunu ama onu asıl şaşırtanın mektup yazabilmeleri olduğunu ve o mektuplarda Sofi'nin başkasıyla evleneceğini öğretmenin hüznünü... Ah Sofi... 9. dereceden memur değil de daha soylu biri olsa Sofi'yle birlikte olabilirdi. Belki de soylu biridir ama bilmiyordur, belki de İspanya kralıdır?

Psikiatriye dair pek çok bilinmezin olduğu bir dönemde Gogol, sanrıları olan bir adamı gerçekçi bir biçimde önümüze seriyor. Gerçek ve olağanüstünün iç içe geçtiği, ani ruh ve bilinç değişimleriyle dolu bir öykü, ama yine de okuyanı/izleyeni yormayan hatta yer yer eğlendiren akıcı bir metin. Pek çok sanatçının yorumlamaya çalıştığı bu eser bence doğru yorumlanmazsa izleyiciyi yorar çünkü Popçirin'in deliliğinin bir hikayesi var, sanrılarının, bilinç altından dökülenlerin eğlenceli, biraz da hüzünlü bir yanı var. Bu delilik hikayesi gerçekliğini yitirir ve sahnede manasız konuşan bir Popçirin kalırsa gerçekten sıkıcı olabilir. Neyse ki Beşikçioğlu, karakterin tüm iniş çıkışlarına jest ve mimikleriyle, bazen akrobatik hareketleriyle can veriyor hatta o kısıtlı dekorda mekanları da oyunculuğuyla yaratıyor. Oyunun eğlenceli kısımlarına kendinden şeyler de eklediği gibi oyunun en vurucu sahnesinde de boğazınıza bir düğüm koymayı da biliyor.

Özel tiyatroların çoğundaki özensizlik bende hayal kırıklığı yaratıyor, hele ünlü birileri oynuyorsa nasıl olsa seyirci geliyor diye ya dekor ya kostüm ya müzik ya başka bir şey eksik oluyor. Bu oyunsa tam bir oyun. Dekorun sadece vinç olmasının nasıl bir manası var bilmiyorum ama oyuna bir devinim katıyor, Erkal Beşikçioğlu'nun vinç tepesinde o yaşta kedi gibi gezinmesi, etkili ışık kullanımı, Popçirin'in kıyafetleri yani her şey çok güzeldi, bütündü.

İrfan Şahinbaş küçük bir sahne olduğu için 50-60 kişilik bir seyirci grubu bekliyordum ama sahneyi oldukça genişletmişler bu yüzden büyük bir kalabalık vardı. Sahneye yakın olan sandalyelere oturmanızı pek tavsiye etmiyorum çünkü sürekli yukarı bakmak zorunda kalabilirsiniz. Sahneye daha uzak kalan ama yükselerek giden koltuklar bence seyir için daha konforlu. Beşikçioğlu bir sağa bir sola bir öne dönerek oynuyor yani her an yüzünü gorebileceğiniz bir yer yok ama ortalara oturmanız daha iyi olur. Açıkçası biraz da loş ışık nedeniyle mimikleri çok göremedim ama bence oyunculuk fevkalade idi. Eleştirmek istediğim tek nokta, Beşikçioğlu'nun sıkılgan selamlaması sonrası arkasını dönüp gitmesi. Belki de günümüzün değişen ve saygısızlaşan seyircisi karşısında izleyiciye arkasını dönmeden sahneden çıkma saygısını da pek aramamak lazım.

Oyunu tavsiye ediyorum, ama lütfen sadece check-in yapma, fotoğraf paylaşma izleyicisi olmayın. Bu duygusal oyunda zırt pırt telefonunuzu kaldırıp fotoğraf çekmeyin, instagrama fotoğraf atıp durmayın, kendi aranızda sesli yorum yapmayın başkalarının dikkatini dağıtmaya hakkınız olmadığını bilin. Anı yaşayın, 1 saatlik muhteşem oyunun tadını çıkarın.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İYİYİM (ANKARA DEVLET TİYATROSU )

ÜÇ KIZ KARDEŞ (HAYAL PERDESİ)

YEDİ KOCALI HÜRMÜZ (ANKARA DEVLET TİYATROSU)