GİYDİRİCİ (ISTANBUL DEVLET TİYATROSU)

GİYDİRİCİ (ISTANBUL DEVLET TİYATROSU)

Bu yılın ilk turnesi, kadrosuyla bana büyük heyecan veren, bilet almak için dakikalarca kuyrukta bekleten, beklediğime de değen süper bir oyunu anlatacağım.

Geçen sene yine İstanbul devlet tiyatrolarindan gelen Profesyonel en beğendiğim tiyatro oyunlarının başında geliyordu, o zaman oyunu 2. kez izlemek çok istemiştim. Giydirici de bu ayarda bir oyun çıkar belki diye 2 kere bilet aldım ve her ikisinde de zevkle izledim.

Savaş zamanı, naziler, sovyetler dediğine göre 2. Dünya Savaşı zamanları, İngiltere bombardıman altında. Ama bu savaşa, bombalara, nefret ortamına karşı hala sanat yapmaya, insanları bu umutsuz ortamdan çıkarıp bir umut aşılamaya çalışan, görev bilinciyle hareket eden bir tiyatro grubu var. O grubun giydiricisi Norman, müdürü ve baş rolü Sir, Sir'ün sevgilisi Lady, sahne amiri Madge, diğer oyuncular Geoffrey, Mr.Oxenby...


Norman giriyor sahneye, elinde bir pardesü ve şapkayla. Öğreniyoruz ki bunlar Sir'e ait. O sıralar ağır bir depresyon ya da günümüzde popüler deyişle tükenmişlik sendromu geçiren Sir'e. Sir "Sanatçı hasta olsa da, ailesinden biri ölse de sahneye çıkar, kimseye de acısını belli etmez." anlayışının bir temsilcisi, tiyatronun ne şartlarda yapıldığının göstergesi. Sir hasta, bu hastalığın tanısı koyulmuyor ama hayatını sorgulamaya başlamış, yorgun, sürekli sahnede rol yapmaktan sıkılmış, başka karakterlere girmekten belki artık kendini unutmuş bir karakter. Ama ilacı da yine sahnede olmak, seyircileri, alkışlar.

Bu süreçte en büyük destekçisi Norman. Sadece kostumlerini hazırlamakla kalmayan repliklerini hatırlatan, her derdini dinleyen, onu güldürmeye çalışan, Sir kızsa da alınmayan, ona büyük bir saygı ve hayranlık besleyen, 16 yıldır sadık bir arkadaş olmuş Norman. Hem Sir'ün, hem Norman'ın hisleri, yaşadıkları, gelgitleri o kadar gerçekçi ve doğal ki. Sahne önünde görmeye alışık olduğumuz tiyatrocuların sorunlarını, acılarını, pişmanlıklarını, sevinçlerini, en güçlü, en zayıf, en mahrem anlarını, hayatlarını ve ölümlerini paylaşan, bize onların en insan halini gösteren ve bunları çok başarılı yapan bir metin bu.

Oyun içinde oyun şeklinde diyebiliriz bu oyuna çünkü tüm ekip o anda 'Kral Lear' oyununu sahnelenmek üzere ve Sir'ün rahatsızlığı yüzünden oyunu iptal edip etmemek arasında gidip geliyorlar. Neyseki bahsettiğim gibi Norman sayesinde Sir düzeliyor ve Kral Lear'ı sahneliyorlar. Oyun sahne arkasından önüne taşınıyor, böylece harika bir çok yönlülük kazanıyor. 2.5 saat nasıl geçti anlamadığım oyun etkileyici bir finalle son buluyor.

Neden Kral Lear seçilmiş?  Bunu daha iyi anlamamızı sağlayacak bir kısım alıntılama istiyorum. "Kral Lear, artık ustalık göstermek isteyen oyuncuların oynadığı, zor bir oyundur. Kral Lear kaprisleri olan, aslında yaşamı o kaprislerle, keyifle yaşayan, biraz aklı havada bir insandır. Kendi topraklarını keyfi için kızlarına dağıtır ama sonra hayatın gerçekleriyle karşılaşır. Kral Lear'ın yaşadığı o hayal dünyası içinde gerçekle karşılaştığı anda çöküşünü görürüz.  Cordelia öldükten sonra iyice bu gerçeğin farkına varan Kral Lear tükeniyor ve ölüyor. Aynı şey Sir'de de var. O kadar kendi dünyası, tiyatro dünyası içinde yaşıyor ki, hayatın bazı gerçekleriyle karşılaştıkça bir tükenişe doğru gidiyor."

Oyunla ilgili bir kaç not, unutmak istemediğim satır araları, elbette spoiler içerir:
-Savaş döneminde bile insanların tiyatro için kuyruk olmaları, tiyatro gruplarının da turneye devam ediyor olması
-Bombardıman altında tiyaro yapmaları ve Norman'ın "Biz oyunumuzu oynayacagız, ölmek istemeyen çıkabilir" demesi. (Görmek istemeyen demek istiyor ama dili sürçüyor.)
-Sir Norman sayesinde kendini toparladıkça bir üstünlük kompleksi olduğunu görüyoruz, aslında aktörlük onun hem en güçlü hem de o an en zayıf yani oluyor.
-Sir'ün savaş yüzünden tiyatro sakat ve kekemelere kaldı sözü, topallayan karakterimiz Mr.Oxenby'nin metnini ısrarla okumaması ve onun yerinde gözü olduğunu düşünmesi
-Sir'ün kendini beğenmiş hallerine en açık örnek Kral Lear için selamlamaya çıktıklarında Lady'nin elinden tutup öne yürmesi ama en öne geldiklerinde ufak bir baş hareketiyle Lady'e bir adım arkada durmasını işaret etmesi.
-Sir'ün unvanını kaybetmemek için eşinden boşanmamış olması

-Savaş sırasında erkekler askerde olduğundan aktör açığı var. Goeffrey de bu açık sayesinde tiyatroda iş bulmuş, yaşlı bir figuran. Kral Lear oyununda aldığı ufak soytarı rolü aslında onun için çok büyük. Sir'le soytarı rolünde ne kadar mutlu olduğunu anlattığı,  daha büyük roller rica ettiği sahne duygulandırıcıydı.
-Yine savaş sayesinde iş bulmuş topal Mr. Oxanby'nin Sir'ü sanatçıyı sömüren bir köle tuccari olarak betimlemesi
-Genç ve güzel figuranın, daha iyi roller için Sir'e kur yapması, aslında yıllar önce Lady ve Sir'ün ilişkisinin de böyle başlamış olması

-Madge'in yıllarca sakladığı duygularına aldığı yanıtla bile profesyonelliğini bozmaması
-Tabi ki oyun sonunda Sir'ü belki de en karşılıksız seven, önemseyen, ona en çok güvenen karakter olan Norman'ın haklı isyanı

Metnin karakter tanıtımı, kurgusu özellikle uyumlu kadronun elinde çok daha iyi hale geliyor. Yine de Madge ve Sir'ün beklenmeyen romantik sahnesi gibi damdan düşer gibi olan olaylar da var. Çok karakter var ve epey fazla yan hikaye var, bu ana ve yan hikayeler hep satır aralarıyla dolu. Bunlar oyunu zenginleştiren unsurlar olduğu gibi dezavantaj olarak da bazı olaylar ani, arkası çok doldurulmadan olup bitmek zorunda kalıyor. Ha çoğu yazar bu kadar karakter ve hikayeyi bu kadar iyi idare edemezdi bile: bir aktör ve giydiricisinin eksenindeki metin kadın-erkek ilişkileri, işçi-işveren ilişkisi, görev bilinci, yaşanan ve yaşanamayan sevgiler, bağlılık, güven, savaş, sanat aşkı, egolar, beklentiler, fedakarlıklar.... Daha neler neler veriyor, bu yüzden sahnelenmesi zor bir metin.

Yazar Ronald Harwood, aslında Sir Ronald Harwood, Londra'da Royal Academy of Dramtic Art'da eğitim almış bir tiyatrocu. Sir Donald Wolfit'in yanında Shakespeare Company'e katılmış, Sir Donald'ın giydiriciliğini yapmış ve biografisini yazmış. Bu kumpanyanın sahnelediği oyunlar içinde Kral Lear da var. Oyunla büyük paralellikler görülüyor, zaten Harwood da bu eseri kişisel deneyimlerinden yararlanarak oluşturduğunu söylemiş.

Harwood, Giydirici metniyle Oscar'a aday olsa da ödülü Roman Polanski'nin yönettiği kült "Piyanist" filminin senaryosunu uyarlayarak en iyi uyarlama senaryo dalında kazanmış. Bu filmde de Nazi işgali altında bile müziği bırakmayan bir piyanistin hikayesini oldukça gerçekçi anlatılmıştı. Yahudi olduğu için Nazi döneminden karakterlere ilgisi olan Ronald Harwood'un (aslında soyismi Horwitz) buraya taşımadığım ama incelemeye değer daha pek çok işi var.

Metnin güzelliğinden bahsettikten sonra gelelim rejiye. Bir oyunun iyi ya da kötü olmasında ilk rolü rejisöre biçerim, bu bağlamda rejisör Hakan Çimenser harika iş çıkarmış. İlk perdenin bitişi şöyle: Kral Lear oyununu sunmak üzere Norman çıkıyor ve konuşmasında biz 10 dakika sonra başlayacağız diyor ve oyun araya giriyor. Bu çok hoşuma gitti, bizi o yıllara, Kral Lear izlemeye gelmiş insanların yerlerine taşıdı.

Kendisi ayrıca Sir karakterine de hayat veriyor, çok olgun bir oyunculuk sergiliyor, 2-3 yerde takıldı ama bu çok yönlü karakteri yorumlayış biçimi, duygu geçişleri çok güzel. Kral Lear olarak sahnede olduğunda daha çok beğendim. Tabi Celal Kadri Kınoğlu kadar değil.

Celal Kadri Kınoğlu, bilet almak için sıra beklememin en büyük sebebi. Bu rolüyle (Norman) aldığı ödüller, performansıyla ilgili okuduğum yorumlar beni harika bir oyuncuyu sahnede canlı görecek olmanın tarifsiz heyecanıyla doldurdu, 13 gün zor sabrettim, beklentim de Everest seviyesine ulaştı. Oyunculuk dersi verdi klişe bir sözdür ama olan da bu. Sahneye adım atar atmaz Norman'dı o, zaten gerçek bir karakter olan Norman'ı kendine özgü mimik ve ses kullanımıyla o kadar özgün yorumlamış ki daha da gerçek ve samimi hale getirmiş. Sahne'de 15 kişi de olsa ben arkadaki Kınoğlu'nu izlemek istedim, kimse ona bakmazken bile hala Norman olarak kaldığını görmek işte gerçek oyuncu bu dedirtti bana. Hele final performansı... Böyle özel bir performansı gördüğüme çok memnunum. Diğer oyuncular başarısız değil elbet pek akılda kalıcı olduklarını söylemem.

Oyunun dekorunu, o dekorun halatlarla arkaya çekilerek bir back stage gibi konumlanırken önünde Kral Lear oynanmasını, kostümleri, duyguyu vurgulayan ışık tasarımını beğendim. Ama en çok müziğini beğendim, Fırat Akarcalı harika bir iş çıkarmış, müzik içime işledi desem abartı olmaz. Bunlar da oyunun başarısına önemli katkı yapıyor.

İstanbul izleyicisi şanslı, bu oyunu istedikleri kadar izleyebilirler, bize de İstanbul'dan daha çok turne gelmesini temenni etmek kalıyor. Sir diyor ki "Dünyadaki en güzel şey hatırlanmaktır." Ben de bu oyunu uzun süre hatırlayacağım.


http://odatv.com/yazarla-ayni-ruyayi-gormenizi-saglamaya-calisiyoruz-2204171200.html Bu da Hakan Çimenser ve Celal Kadri Kınoğlu'nu oyunla ilgili roportajı. Röportajlardan oyunu çok iyi anlattığını düşündüğüm iki kısım alıntılayacağım:

Hakan Çimenser: "Bir oyuncunun, o karakteri oynarken görünen yanı değil de o sürece gelene kadar yaşadıkları, bir role hazırlanırken ve kendi hayatında neler yaşadığı ve buna bütün görünmeyen unsurların nasıl dahil olduğunu göstermek istedik. Ayrıca oyuncunun hayatı boyunca farklı farklı rollerde karakter yaratamak, tekrar empati kurmak için nasıl çaba harcadığını ve bunun tüketici yanını göstermek istedik."

Celal Kadri Kınoğlu: "İyi oyunlarda konuların, farklı semboller üzerinden farklı şekillerde kanıtlandıgını görürüz. Yüzeysel şekilde yazılmazlar. Burada savaş çok katmanlı inceleniyor. İkinci dünya savaşı var, aktörün oyunu oynamak için verdiği biyolojik bir savaş, tiyatronun içinde de başka bir savaş var. Bir yandan da ekonomik bir savaş var."

Bu metni ayrıca 1983 yapımı filminden ya da
2015 yapımı tv filminden izleyebilirsiniz.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İYİYİM (ANKARA DEVLET TİYATROSU )

ÜÇ KIZ KARDEŞ (HAYAL PERDESİ)

YEDİ KOCALI HÜRMÜZ (ANKARA DEVLET TİYATROSU)