ÜÇ KIZ KARDEŞ (HAYAL PERDESİ)
ÜÇ KIZ KARDEŞ (HAYAL PERDESİ)
Farklı bir yoruma kurban gitmiş harika bir metin, harcanmış bir potansiyel. Aslında fazla söze gerek yok.
Yazar: Anton Çehov. Bunu gördüğünüzde Çehov metni izleyeceğinizi düşünürsünüz sanırım. Burada olan şu, Çehov'un metninden esinlenerek bambaşka bir kurgu oluşturulmuş, araya da orijinal metinden sahneler serpiştirilmiş, adı da yenilikçi reji olmuş. Oyunun tanıtımı bu esinlenme kısmını yeterince vurgulamayarak Çehov isminin ekmeğini yemeye çalışıyor. Halbuki "Yazar:Alexandar Popovski" yazsa daha dogru olur.
Oyundaki kısa orijinal metin sahnelerinden anlıyorum ki Üç Kız Kardeş, tipik bir Çehov eseri. Çok mutlu olsanız bile modunuzu tam tersine çevirebilecek karamsarlıkta, içinize oturan dialoglarla dolu. İnsanların birbirine yabancılaşmasını, iletişimsizliğini, ertelenmiş hayallerini, kayıp giden hayatlarını en iyi anlatanlardan biridir Çehov. Ama her şeye rağmen yaşamak gerekir der. Çalışmanın erdemini de sıkça vurgular. O kadar usta bir kalemdir ki, Rusya'nın gri puslu havası gözünüzün önüne gelir. O kadar evrenseldir ki isimler Rusça olsa da siz hemen kendi hayatınızla paralellikler kurrasanız. İnsanı anlatmayı iyi bilen bir yazardır, tiyatro da insanı insana insanca anlatma sanatıdır, yani Çehov oyunları bence sahneye çok yakışır.
Orijinal Üç Kız Kardeş metne bakarsak: Büyükten küçüğe Olga, Maşa ve İrina Moskova'da doğmuş ama general babalarının görev yeri olan bir taşra kasabasına gelmek zorunda kalmış üç kız kardeş. Sıkıntıdan patladıkları bu kasabada onları tugaydaki subaylarla yaptıkları sohbetler oyalıyor, ama tabi bu sonsuza kadar sürmüyor. Aradan zaman geçtiğinde, hala Moskova'ya gitme hayallerini gerçeklestirememiş karakterlerin sıkıcı hayatları, onları kasabaya daha çok bağlayacak şekilde değişiyor. Öğretmenlik yapan Olga okuluna müdür oluyor. Maşa bir öğretmenle evleniyor. Farklı olarak Irina, ona evlilik teklif eden subayı reddederek zengin biriyle evlenmeyi seçiyor, çünkü subayla evlenmesi taşrada yaşamaya devam etmesi demek. Ama subay, bu zengin talibi duelloda öldürünce onun da hayalleri suya düşüyor. Bu arada evli Maşa gönlünü yine evli bir subaya kaptırıyor ama onun içinde her şey hüsranla sonuçlanıyor. Bir de erkek kardeşleri var, baskıcı bir kadınla evleniyor ve bu kadın kız kardeşlerin yaşamını daha da kısıtlıyor. Olabildiğince karamsar giden bu hikaye sonunda çok etkikeyici ve umut dolu bir tirad ile son buluyor.
Bizim oyunumuz ise naylon kaplı bir odacık ve mikrofon dekoruyla başlıyor. Karakterlerimiz, Aleksandr Popovski'nin yönettiği Üç Kız Kardeş oyununu oynamaya Berlin'e gitmeye çalışan aktristler, yani kendileri. Sınırda sorun yaşıyorlar çünkü pasaportları, kimlikleri dahil her şeyleri bir yangında yanmış. Alman görevlileri aktrist olduklarına ikna etmek için oyundan bölümler oynuyorlar. Üç kız kardeşin Moskova'ya gitme isteğiyle, üç karakterin Berlin'e gitme isteği arasındaki benzerlik, üç kız kardeşin çaresizliğiyle karakterlerimizin çaresizliğindeki benzerlikle iki hikaye iç içe geçiyor. Karakterlerin sınırda kalmasıyla bir mülteci sorunu göndermesi de var gibi. Ama derinliksiz göndermeler bunlar, fikrin güzel olması yetmiyor, bunu metne güzel yedirmek gerekiyor. Yoksa seyirci kendine 'E yangından hemen sonra Belin'e turneye gitmek zorundalar mıydı, yeni kimlik/pasaport çıkarana kadar bekleselerdi. Hem tüm ekip bunları neden geride yalnız bırakmış?....' diye sorular sormaya başlayınca, karakterlerin de kendilerini ispatlamak için yaptıkları yer yer saçma olunca kurgu çöküyor. Bu saçma dediğim sahnelerden biri Alman sınır gorevlilerini ikna etmek için pandomim yaptıkları kısım. Bunun yerine daha derinlikli dialoglar konsa, mülteci sorununa değinip geçmese de sorgulattırsa kendimizi...Ya da Çehov'un metnini daha çok oynasa, yıllar önce İstanbul 2 saat 45 dakika oynanmış oyundan yarım saatlik kısımlar aktarmasa... Ne orijinal karakterlerden olaydan bir şey anlaşılıyor ne o sınırda geçen kısımla seyirici yeterli bir düşünsel sürece yöneltilebiliyor, ne de kayda değer bir mesaj aktarılabiliyor. Nereden bakarsanız boşa geçen bir zaman oluyor yani.
Bu naylonlu kafes denebilecek dekoru yırtıp içinden çıkmaları, sonrasında bu dejenere dekorun sahnede oluşturduğu görüntü bence farklı ve başarılı bir dekor yorumuydu. Sahne tasarımını yapan Sven Jonke, bu konuda başarılı addedilen biriymiş zaten. Müzik hoşuma gitmedi, oyunun ağırlığına uygun olmayan silik bir müziği var. Kostümleri de pek beğenmedim.
Oyunculardan Olga rolünde Özge Özder'i beğendim, ama Maşa rolünde Selin İşcan'ı ve özellikle İrina'yı oynayan Tuba Karabey'i beğenmedim. Karakterlerine derinlik ve çekicilik katmaktan uzaklar, klişe ve zorlama görünüyorlar. Erkek karakterleri sadece sesle vermek de oyundan kopmaya sebep oluyor, izleyenler bir adaptasyon sorunu yaşayabiliyor.
Internette araştırsanız, oyun şöyle beğenildi, şöyle olağanüstü bulundu, övüldü gibi haberlerle karşılaşırsanız. Buna anlam veremiyorum, sanırım yenilikçi, modern yorum etiketi konulan her şey beğeniliyor. Bu yorumu katan Alexandar Popovski başka oyunlarda daha başarılıdır inancındayım. Özge Özder, oyunun Zagreb'deki provalarına giderken pasaport kontrolünde sorun yaşamış ve aynı oyundaki gibi aktrist olduğunu kanıtlamaya çalışmış. Bunu yönetmene anlatınca o da hikayeye koymaya karar vermiş. Basit bir olayın ilham verdiği basit kurgulanmış, derinliksiz, üstünkörü bir hikaye anlatımını övmek izleyicinin zekasıyla dalga geçmek gibi geliyor.
Oyundan kendinize bir şey katmak için beklentisiz izlemeniz, Çehov oyunu değil ondan esinlenmiş bir hikaye göreceğinizi kabullenmeniz ve bu basit hikayede derinlik bulmak için kendinizi biraz zorlamanız gerekiyor. Klasik hikayeler izleyiciyi pek çekmediği ve özel tiyatrolar da ayakta kalmak adına bilet satmak zorunda olduğu için genelde klasik metinlere modern yorumlar katarak ilgi çekici hale getirmeye çalışıyorlar. Bu oyun ise yorumdan ziyade esinlenme düzeyinde, oyuna gitmeden önce bunu aklınızdan çıkarmayın.
Farklı bir yoruma kurban gitmiş harika bir metin, harcanmış bir potansiyel. Aslında fazla söze gerek yok.
Yazar: Anton Çehov. Bunu gördüğünüzde Çehov metni izleyeceğinizi düşünürsünüz sanırım. Burada olan şu, Çehov'un metninden esinlenerek bambaşka bir kurgu oluşturulmuş, araya da orijinal metinden sahneler serpiştirilmiş, adı da yenilikçi reji olmuş. Oyunun tanıtımı bu esinlenme kısmını yeterince vurgulamayarak Çehov isminin ekmeğini yemeye çalışıyor. Halbuki "Yazar:Alexandar Popovski" yazsa daha dogru olur.
Oyundaki kısa orijinal metin sahnelerinden anlıyorum ki Üç Kız Kardeş, tipik bir Çehov eseri. Çok mutlu olsanız bile modunuzu tam tersine çevirebilecek karamsarlıkta, içinize oturan dialoglarla dolu. İnsanların birbirine yabancılaşmasını, iletişimsizliğini, ertelenmiş hayallerini, kayıp giden hayatlarını en iyi anlatanlardan biridir Çehov. Ama her şeye rağmen yaşamak gerekir der. Çalışmanın erdemini de sıkça vurgular. O kadar usta bir kalemdir ki, Rusya'nın gri puslu havası gözünüzün önüne gelir. O kadar evrenseldir ki isimler Rusça olsa da siz hemen kendi hayatınızla paralellikler kurrasanız. İnsanı anlatmayı iyi bilen bir yazardır, tiyatro da insanı insana insanca anlatma sanatıdır, yani Çehov oyunları bence sahneye çok yakışır.
Orijinal Üç Kız Kardeş metne bakarsak: Büyükten küçüğe Olga, Maşa ve İrina Moskova'da doğmuş ama general babalarının görev yeri olan bir taşra kasabasına gelmek zorunda kalmış üç kız kardeş. Sıkıntıdan patladıkları bu kasabada onları tugaydaki subaylarla yaptıkları sohbetler oyalıyor, ama tabi bu sonsuza kadar sürmüyor. Aradan zaman geçtiğinde, hala Moskova'ya gitme hayallerini gerçeklestirememiş karakterlerin sıkıcı hayatları, onları kasabaya daha çok bağlayacak şekilde değişiyor. Öğretmenlik yapan Olga okuluna müdür oluyor. Maşa bir öğretmenle evleniyor. Farklı olarak Irina, ona evlilik teklif eden subayı reddederek zengin biriyle evlenmeyi seçiyor, çünkü subayla evlenmesi taşrada yaşamaya devam etmesi demek. Ama subay, bu zengin talibi duelloda öldürünce onun da hayalleri suya düşüyor. Bu arada evli Maşa gönlünü yine evli bir subaya kaptırıyor ama onun içinde her şey hüsranla sonuçlanıyor. Bir de erkek kardeşleri var, baskıcı bir kadınla evleniyor ve bu kadın kız kardeşlerin yaşamını daha da kısıtlıyor. Olabildiğince karamsar giden bu hikaye sonunda çok etkikeyici ve umut dolu bir tirad ile son buluyor.
Oyunculardan Olga rolünde Özge Özder'i beğendim, ama Maşa rolünde Selin İşcan'ı ve özellikle İrina'yı oynayan Tuba Karabey'i beğenmedim. Karakterlerine derinlik ve çekicilik katmaktan uzaklar, klişe ve zorlama görünüyorlar. Erkek karakterleri sadece sesle vermek de oyundan kopmaya sebep oluyor, izleyenler bir adaptasyon sorunu yaşayabiliyor.
Internette araştırsanız, oyun şöyle beğenildi, şöyle olağanüstü bulundu, övüldü gibi haberlerle karşılaşırsanız. Buna anlam veremiyorum, sanırım yenilikçi, modern yorum etiketi konulan her şey beğeniliyor. Bu yorumu katan Alexandar Popovski başka oyunlarda daha başarılıdır inancındayım. Özge Özder, oyunun Zagreb'deki provalarına giderken pasaport kontrolünde sorun yaşamış ve aynı oyundaki gibi aktrist olduğunu kanıtlamaya çalışmış. Bunu yönetmene anlatınca o da hikayeye koymaya karar vermiş. Basit bir olayın ilham verdiği basit kurgulanmış, derinliksiz, üstünkörü bir hikaye anlatımını övmek izleyicinin zekasıyla dalga geçmek gibi geliyor.
Oyundan kendinize bir şey katmak için beklentisiz izlemeniz, Çehov oyunu değil ondan esinlenmiş bir hikaye göreceğinizi kabullenmeniz ve bu basit hikayede derinlik bulmak için kendinizi biraz zorlamanız gerekiyor. Klasik hikayeler izleyiciyi pek çekmediği ve özel tiyatrolar da ayakta kalmak adına bilet satmak zorunda olduğu için genelde klasik metinlere modern yorumlar katarak ilgi çekici hale getirmeye çalışıyorlar. Bu oyun ise yorumdan ziyade esinlenme düzeyinde, oyuna gitmeden önce bunu aklınızdan çıkarmayın.
Yorumlar
Yorum Gönder