SATRANÇ (ANKARA DEVLET TİYATROSU)

SATRANÇ (ANKARA DEVLET TİYATROSU)

Stefan Zweig'a hayranlığım geçen sene bu oyunun prömiyeri için büyük bir heyecan duymama sebep olmuştu ancak ilk yorumlar çok parlak olmayınca oyuna gitmeyi baya erteledim. Sonunda gittiğimde karşımda inanılmaz sıkıldığım bir oyun vardı, aslında üzerine yazmak bile istemiyorum. Yani 80 sayfalık olsa da çok şey anlatabilen, bir solukta okuyup önerdiğim herkesten de olumlu dönüt aldığım bu müthiş kitabı nasıl bu kadar sıkıcı ve başarısız sahnelemiş olabilirler? İlk kez bir oyunda "Ben sahnelesem daha iyi sahnelerdim." dedim.

Satranç, Kürk Mantolu Madonna, 1984, Hayvan Çiftliği gibi ortalamanın çok üstünde geniş bir kitleye ulaşmış bir kitap. Benim kitapla ilk tanışmam yaklaşık 7 yıl önce lise kütüphanesinde oldu. İnsan psikolojisini öğrenmek diyemem ama anlamak isteyen hemen bir kitabını alsın ve o harika anlatım gücündeki sihirli kelimelerle bir başka insanın "ruhunun" derinliklerine adım atsın. Bir erkek bir kadının arzu ve düşüncelerini bu kadar iyi anlatabilir mi? Ya da bir yasak aşkı tüm taraflarıyla empati yaptırarak? Ya da size yazdığı kişiyle tanışmış gibi hissettiren biyografiler nasıl yazabilir? Ben keşfeder keşfetmez bulabildiğim tüm kitaplarını okudum, hayatını araştırdım. Kendisine karşı seviyeli bir hayranlığım var 😀 Oyundan kısa süre önce de kitabı tekrar aynı zevkle okuyarak hafızamı tazeledim. Ama hata bende, ecnebiler ne güzel demiş: "Ignorance is bliss" yani "Cehalet mutluluktur."

Kitap Buenos Aires'e giden bir gemide başlıyor. Gemide bir satranç şampiyonu var:  Mirco Czentovic. Babasının ölümünden sonra bir rahip tarafından yetiştirilmiş çok içine kapanık ve sessiz bir çocukken satranç yeteneği keşfediliyor. Tüm kuralları kısa sürede öğrenecek kadar zeki olsa da hayal gücünden mahrum tekniğe dayanan bir oyun stiliyle 23 yaşında dünya satranç şampiyonu oluyor. Aslında sessiz ve sabırlı kişiliğini rakipleri üzerinde bir psikolojik savaş stratejisi olarak kullanması da başarısında etkili. Ancak başarı kazandıkça oldukça kendini beğenmiş birine dönüşüyor. Hayatı ise satrançtan ibaret, biraz cahil ve görgüsüz biri. Köylü gibi davrandığı, kendini satranç dışında hiçbir şeyde geliştirmediği, insanlarla minimum iletişim kurduğu ve paraya düşkünlüğü kitabın giriş kısmında uzunca anlatılıyor. Ancak ne hikmetse oyun bize karakteri tanıtmaya tenezzül bile etmiyor!

Gemideki satranç meraklıları bu satranç şampiyonunun varlığından büyük heyecan duyuyor ve onla satranç oynamak istiyorlar. Satranç şampiyonu bunu para karşılığı yapıyor, bir grup amatöre karşı o. Hamlesini yapıp masada oturmadan bir köşede dergisini okuyor, sıra ona geçince gelip tahtaya küçümser bir bakış atıp kim bilir kaç hamle önce planladığı taşı oynatıyor ve tek kelime etmeden yine masadan ayrılıyor. Sinir bozucu derecede soğukkanlı ve kendini beğenmiş şampiyon herkesi kolayca yeniyor ve hemen ekliyor "Beyler bir parti daha isterse yarın müsaitim." Anlatıcımızın hırslı arkadaşı milyoner Mc Connor sırf bu kibirli şampiyonun yenildiğini görmek için her gün yeni maçlar satın alıyor ve hep yeniliyorlar. Mc Conor yenilmeyi sevmeyen, kazanma hırsıyla dolu bir karakter, kaba biri olarak anlatılıyor. Oyun da bu satranç müsabakalarından bizi esas karakterimizle tanıştıracak olanla başlıyor.

Aslında biz içeri girdiğimizde müsabakayı çoktan başlamış halde buluyoruz. Kibirli satranç şampiyonununu hemen tanırsınız artık. Oyun resmi olarak başladığında esas karakterimiz (Dr.B) birden geliyor ve "Sakın o hamleyi yapmayın." diyor ve başlıyor doğru hamleleri söylemeye. Onun sayesinde berabere kalıyorlar ve şampiyon tüm kibriyle "Beraberliğe izin verdim." diyor.

Oyundan sonra büyük bir telaşla kaçan Dr.B'nin peşinden giden isimsiz karakter (kitaptaki anlatıcı) onu Czentovich'le bir maç yapmaya ikna etmek niyetinde. Ancak Dr.B'nin bu konuda büyük ve haklı bir endişesi var ki ancak onun hikayesini öğrendiğimizde anlayabiliriz.

Dr.B, Viyana'da kraliyete dair gizli yazışmaları elinde bulundurmak ve ilgili yerlere sevk etmekle uğraşan, bunu da avukatlık bürosu maskesiyle sürdüren biri. Hitler döneminde casuslardan biri çalışan olarak büroya girmiş ve onu ihbar etmiş. Naziler tarafından önemli belgelerdeki bilgileri öğrenmek amacıyla tutuklanmış. Ancak gittiği yer, önce insan onurunun en sonunda da hayatının değersizliğiyle dehşet ve kan saçan toplama kampları değil kansız ama belki daha dehşet verici bir otel odası. Burada yapayalnız, her gün aynı sandalyeyi, duvar kağıdını, yatağı, yemeğini getiren aynı adamı görerek, zamanın izini kaçırmış bir şekilde bilinmez bir zamana kadar beklemekte. Nazilerin amacı, bu delilik verici ortamda esirlerinin sinirlerinin iyice gevşemesini sağlayarak ağızlarından kolayca laf almak ya da esirlerin delirmemek için her şeyi itiraf edip kurtulmak istemelerini sağlamak. Dr.B başta delirmemek için odayı incelemeye başlar ya da bildiği bilgileri tekrar eder ama bu çabucak tukenir. Direnciyse günden güne kırılmaktadır, kitaptaysa bu esaret günleri gerçekten çok güzel betimlemelerle anlatılıyor, karakterin çaresizliğini içten hissedebiliyor ve sıkışmışlığını anlayabiliyorsunuz.

Dr.B, bir gün sorguya götürülmek için odasından alınıyor ve bir salona getiriliyor. Askıdaki paltolardan birinin cebindeki kitabı muhafız görmeden alıp saklamayı başarması ona tekrar yaşama gayreti veriyor. Küçük yazılı, karmaşık düşünceler içeren bir kitap ele geçirdiyse bu onu uzun süre oyalayabilir. O kadar heyecanlanıyor ki bir süre kitabı açmıyor, içindekilerle ilgili hayaller kurararak vakit geçiriyor. Sonunda açtığında yaşadığı tam bir hayal kırıklığı. Bu hiç tanışık olmadığı, ince, minumum yazılı bir satranç kitabı. Yine de kitabın dilini çözüp, yutarcasına ezberliyor ünlü satranç oyuncularının oyunlarını. Hatta yemeğindeki ekmeklerden taşlar yapıp, talaşla renklendirip ekoseli bataniyesini satranç tahtası gibi kullanarak maçları canlandırıyor. Ama nereye kadar? O kadar uzun süre içeride kalıyor ki artık her oyunu tekrar tekrar oynamış oluyor. Geriye tek bir şey kalıyor o da kendine karşı oynamak. Ama nasıl? Birinin hem siyah hem beyazı tarafsız oynatabilmesi için bir beyin ayrılması gerekir diyor yazar. Yani siyah oynarken beyaz bilmeyecek, beyaz oynarken siyah. Bu imkansıza yakın düşünce, Dr.B'nin imkansızlıklarıyla birleşince yapılabilir oluyor ve Dr.B kendi zihninde hem beyaz hem siyah olarak (ki bunun simgesel anlamı olduğu su götürmez) satranç oynuyor. Bu sefer de delirmemek için oynamaya başladığı satrançtan delirme noktasına geliyor ve hastaneye kaldırılıyor. Buradaki doktor, Dr.B'nin imparatorun özel doktoru olan amcasını tanıdığı için ona yardım ediyor. Dr.B böylece serbest kalıyor ama ülkeyi terk etmesi gerekiyor. Yıllar sonra da Buenos Aires'e giden gemiye biniyor.

Aslında olayın üstünden 20 yıl geçmiş ve Dr.B o zamandan beri satranç oynamamış. Çünkü oynarsa kendini kontrol edemeyip ileri gitmekten ve aklını yitirmekten korkuyor. Czentovich'le oynamak istememesinin nedeni bu.

Ama gel gelelim Czentovich'le sadece bir maç oynamayı kabul edecek ve onu yenecek. Sonrasındaysa gerçekten kendini tutamayarak bir maç daha yapacak ve sanrılı bir hale gelecek. Bu finalin oyunda yer almaması gerçekten büyük bir eksiklik, çünkü o zamana kadar acıklı bir hikayeye odaklanmış okuyucuda bu final pek çok düşünceyi tetikliyor. Dr.B diktatör tarafından kapana kısıldığında ona yenilmemek için her şeyi yaparak mücadele ediyor. Czentovich'i yenmesi ise diktatöre karşı (kitabında Czentovich'in küstah ve kibirli tavırları ile onu diktatör yerine koyabiliriz) yeni bir zafer gibi. Korkunç bir olayla ruhu yaralanmış kişi ne kadar güçlü durmaya çalışsa da ufak bir hatırlatıcıyla yine dibi görüyor, bazı şeylerden hala kurtulamıyor, yıllar geçse de ilk günkü gibi etkileniyor. Sinirleri tekrar bozulan, tahtada başka bir oyun gören ama zihnindekiyle gerçek uyuşmadığında kendine gelen ve kendini korumak için satrançtan tekrar uzaklaşan bir karakter.

Kitapla ilgili özellikle belirtilmesi gereken kitap ve yazarın hayatı arasındaki korelasyondur. Bu Zweig'ın son kitabı, bunu tamamlayıp eşiyle birlikte intihar etmiş. Zweig yahudi ve Hitler'in zalimliklerinden kaçtığı yer Brezilya. Dr.B muhtemelen kendisi, vatanında yaşadıklarını, hissettiği kapana kısılmışlığı Dr.B üzerinden anlatıyor. Czentovich muhtemelen Hitler. Dr.B sonunda Czentovich'i yendiğinde kendisi de Hitler'i mi yendi acaba? Hemen sonra Dr.B'nin sinirlerinin tekrar bozulması ve oyunu bırakmak zorunda kalması ile Zweig'ın Avusturya'yı bırakıp Brezilya'ya gelmesi arasında bir benzerlik var gibi. Kitabı kendi içinde değerlendirdiğimde duyduğum hayranlık, yazarın hayatıyla düşündüğümde ortaya çıkan biyografik bağlantılarla daha da artıyor.

Gelelim oyuna, oyunun kitapta önemli olan pek çok şeyi atlama ve bazı kısımları da yanlış sergileme gibi büyük bir kusuru var. Czentovich karakterini hiç tanıtmayarak büyük bir hata yapıldıği gibi vurucu finale yer vermeyerek seyircinin düşünsel süreci de sekteye uğratılıyor. Dr.B'nin yorumlanışı, kesinlikle benim kafamda canlandırdığım karakterden çok farklıydı. Ben böyle korkak bir adam değil ürkek biri hayal etmiştim ki iki kelime arasında büyük fark var. Müthiş bir işkenceden kurtulmuş cesur bir karakter o ama yaşadıklarıyla ezilmiş, içine kapanmış. Gerçekten oyunda yansıtıldığından daha karmaşık bir psikolojisi var ve kekemelik gibi yüzeyel şeylerden çok daha fazla ayrıntıyla aktarılmalı. İşkence sahnelerinde de seyirciye geçmeyen bir duygu var, bazı şeyleri göstermek daha etkilidir bazılarınıysa söylemek. Bu oyun neyi söyleyeceğini neyi göstereceğini tam ayıramamış. Dr.B'nin odasında yaptığı bazı şeyler anlamsız düzeyde kafa karıştırıcı şekilde anlatılıyor, bazı şeyleri kitabı okumayan biri zor anlar. Bir de gereksiz değiştirilen yerler var mesela Dr.B'nin kitabı ele geçirişi neden öyle aktarılmış anlamak mümkün değil, kitaptaki gibi anlatılmaması için ben bir engel göremedim. Ya da taşları ekmek içinden göstermelik yapmak yerine neden saçma bir dışarıdan siyah hamur verme sahnesi konmuş. Arada ekleme başka sahneler vardı ve kafa karıştırmaktan başka bir işe pek yaramıyordu. Kitabı okuduğunuzda yazarın hissettirmeyi başardığı onca duygunun hemen hiç birini hissettirememek için uyarlayan kişi özel bir çaba harcamış olmalı.

Dr.B'yi oynayan Bahattin Doğan aslında başarılı bir oyunculuk sergiliyordu ancak sergilediği benim kitaptan çıkardığım Dr.B değildi. Hüseyin Baylan birden çok karaktere hemen aynı şekilde hayat verdi. Hasan Çağrı İlikoğlu ve Serkan Çelik ise oldukça zayıf ve abartılı oynadılar ne Czentovich ne Mc Conor bize karakter olarak doğru yansımadı.

Dekor gördüğüm en kötü dekorlardan biriydi, tamamen manasız! Oyunun nerde geçtiği bile belli değil ve çok kaba duruyor. Işık da bana anlam ifade etmeyen bir şekilde kullanıldı, yani bir şeyi anlatmaya çalışan teknik kısım var ama oyuna o kadar gitmemiş ki manasız kelimesi çok iyi bir betimleyici oluyor.

Kapalı gişe oynamayı hak etmeyen bir oyun, kitabın ününün ekmeğini yiyip hakkını veremiyor. Aslında vermemesi için bir sebep de yok gibiydi. Amatör tiyatrolar bile daha iyi klasik kitap uyarlamaları yapıyor, bu oyunsa DT'ye yakışmıyor.

Yorumlar

  1. kesinlikle katılıyorum size.
    zweig sevdiğim bir yazar olduğu için ısrarla gitmek istedim oyuna.
    ancak hayal kırıklığına uğramadım diyemem.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜÇ KIZ KARDEŞ (HAYAL PERDESİ)

İYİYİM (ANKARA DEVLET TİYATROSU )

YEDİ KOCALI HÜRMÜZ (ANKARA DEVLET TİYATROSU)