BENİ BEKLEME (AST)
BENİ BEKLEME (AST)
Beni Bekleme AST'nin en yeni oyunlarından, hatta cumartesi günü prömiyer yaptı. Daha konusu bile yazmıyordu ne bilet sayfasında ne de başka bir yerde. Benim gibi çoğu izleyici, Ast'nin diğer başarılı oyunlarına güvenip gelmişti. Oyun bunun hakkını verebildi mi?
Oyun Yeşim Dorman tarafından yazılmış. 80'lerde yaptıkları devlet karşıtı etkinlikler nedeniyle zamanında işkence görmüş devrimci bir karı-koca var. Açıkça travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bu iki kişinin yaşamlarından birkaç günü, ast'den beklenen ideolojik fikirleri sunup, geçmişteki acılarını da göstererek anlatıyorlar. Karakterler Ülkü, Nusret ve oğulları. Tabi bir de çellist.
Koca hapishanede bile kalmış. Kadın eşini darağacından kurtarmak için babasından kalan iki dubleks dükkanı satmış. Şimdi de kayınvalidesinin yardımıyla alınmış kadının deyimiyle 'kapıcı dairesinden bozma' bir evde kalıyorlar. Bu hikayenin giriş kısmı. Anlatılanları evden çıkmak üzere olan kadının, masada daktiloyla romanını yazamaya çalışan kocasıyla tartışmasından öğreniyoruz.
Eskinin devrimcisi kadın şu an neredeyse emekliliği gelmiş bir memur (oyunda da buna atıf var zaten.) İş arkadaşlarıyla buluşmak için dışarı çıkmak üzere, kocasıyla da ayak üstü atışıyorlar. Böylece bizi de geçmişe götürüyorlar. İşkence gördükleri yıllara gidiyoruz, kadın eşinin işkence görürken çıkardığı bağırtılarını duyduğunu, işkencecisi olan yüzbaşıya 'Emret komutanım' diye selam durduğunu bildiğini söylüyor, küçümsüyor eşini. Eşi de bunları inkar ediyor tabi. Bu atışmalarla kocanın 20 yıldır evden çıkmadığını, ev işlerini yaptığını da öğreniyoruz. Eşi evden çıkarken ona 'Bir gün de eve erken gel.' diyor, karısıysa 'Beni bekleme.' Yaşadıkları travmadan sonra biri kendini eve kapatırken biri dışarı atıyor. Kadın eve para getirirken erkek evde iş yapıyor. Keskin sınırlarla ayrılmış iki karakter var. Hem birbirlerine bir kızgınlık/nefret var hem de birbirlerinden kopamıyorlar.
Kadın sahneden çıkınca çocukları giriyor içeri. Baba oğul ilişkisi görüyoruz. Babasına yeni bir imaj yapan, sonra da uyku sorunu yaşayan babasını küçükken ona anlattığı uyku kuşu masalıyla uyutan bir oğul. Ama esas görevi babasının mahrem anılarının hatırlatıcısı, fikirlerinin sorgulayıcısı olmak. Karısıyla kavga eden Nusret, ona ters gitse de oğluyla hiç tartışmıyor. Dışarı çıkamayan adamı rahatlatan, flüt çalan, hayata bağlayan bir evlat bu. Eşiyle ilgilenmeyen, çoğunlukla kavga eden, onu yalnız bırakan, hatta bırakıp gitme düşüncesi olan bir kadına karşı böyle bir evlada tutunuyor adam.
İlk perdede oyun beni hiç sarmadı. Hele karı-kocanın birbirine "Oğlum, kızım" şeklindeki sevgiden uzak ve samimiyetsiz hitaplarından nefret ettim. Oğlanın babasıyla konuşmasını biraz küstah buldum, baba-oğul sahnelerindeki zoraki güldürü öğeleri de fazla klişe geldi. İkinci perde ise neyseki daha akıcıydı, olayların hızla çözüldüğü ve devrimci olmakla ilgili sadece yaşanan acıların tek taraflı anlatıldığı değil ayrıca ideolojik eleştirilerinin de yapıldığı çok boyutlu bir anlatım başladı. Finalle ilgili aslında takip ederseniz başından beri ipuçları var ancak ben ikinci perdenin başında anladım. Bu gerçek hayattan esinlenen bir hikaye olduğu için finalde çözümlenen olay oldukça vurucu hale geliyor.
SPOİLER SPOİLER SPOİLER
Evet eğer kadının eve gelince oğluna bir şey söylememesine, eşine sürekli 'Kiminle konuşuyorsun?' demesine, oğlunun 'Soğuktu bebeğin elleri.' demesine dikkat ederseniz aklınıza 'Acaba bu oğlan adamın hayali mi?' sorusu gelebilir. Metinde çok iç burkucu bir hikayeye oluşturulmuş. Küçücük bir bebeğin annesine en çok ihtiyacı olduğu dönemde bir doktor anneyi ihbar etmiş. Anneyi sorguya götürmüşler. Bebekle baba baş başa kalmış. Evde çocuğa verecek yiyecek yok ama sokağa çıkma yasağı var. Köşe başı da kimlik kontrolü yapan polisler... Arkadaşlar desen çoğu yakalanmış, polis de kalanları yakalamak gözünü dört açmış. Baba çaresiz çocuğu evde bırakıp, polislere yakalanmadan hemen süt alıp gelmeye karar veriyor. Tabi çıkar çıkmaz yakalanıyor. Evde bebeğim var diye çok feryat etse de polisler tuzak sanıyor, o bebeği açlıktan/soğuktan ölmeden önce kurtaramıyorlar. Ve bu anne baba, onca işkence ve hapisten sonra çıkınca oğullarını bir daha göremiyor, hatta mezarını bile bilmiyorlar.
Ama 20 yıldır bu travmayı atlatamamış, sanrılı depresyonu ve başka psikolojik sorunları olan bir adamı doktora neden götürmemişler? Neden böyle yaşamasına izin vermişler?
SPOİLER SPOİLER SPOİLER
Oyunun ev dekoru ve kostümler, karakterlerin sosyoekonomik düzeyleriyle uyumluydu. Müzik olarak çello ve flüt hoştu. Oyunculuklardaysa Yeşim Dorman'ı beğenmedim, karakteri çok fazla anlamsız git gel yapıyor sahnede. Nusret Çetinel dil surçmesi yaşadı ama bağlanabildiğim, anlayabildiğim bir karakter sundu. Efe Çetinel ise oğulları rolünde oldukça iyiydi, sahneye devinim kattı, hareketlerindeki akıcılık, ses tonu karakterine olumlu yansıdı. Finale doğru oyunculuklar daha öne çıktı ve sonunda selamlamada bile artmış o duygusallığın etkisindeydiler.
Karakterlerin ideolojileri ve savundukları benim fikirlerime uymuyor. Ancak tiyatroya farklı fikirleri de görmeye, farklı hayatları da deneyimlemeye gidiyorum. Bu yüzden o işkence zamanlarını öğrenmek, ardından çıkmış olabilecek bu trajediyi görmek yeniydi benim için. Hikayeyi fena bulmasam da işlenişi, dialogları, karakterlerin sunuluşunu beğenmedim. Hayal kırıklığı demem aşırı olur ama umduğumu bulamadım diyebilirim.
Beni Bekleme AST'nin en yeni oyunlarından, hatta cumartesi günü prömiyer yaptı. Daha konusu bile yazmıyordu ne bilet sayfasında ne de başka bir yerde. Benim gibi çoğu izleyici, Ast'nin diğer başarılı oyunlarına güvenip gelmişti. Oyun bunun hakkını verebildi mi?
Oyun Yeşim Dorman tarafından yazılmış. 80'lerde yaptıkları devlet karşıtı etkinlikler nedeniyle zamanında işkence görmüş devrimci bir karı-koca var. Açıkça travma sonrası stres bozukluğu yaşayan bu iki kişinin yaşamlarından birkaç günü, ast'den beklenen ideolojik fikirleri sunup, geçmişteki acılarını da göstererek anlatıyorlar. Karakterler Ülkü, Nusret ve oğulları. Tabi bir de çellist.
Koca hapishanede bile kalmış. Kadın eşini darağacından kurtarmak için babasından kalan iki dubleks dükkanı satmış. Şimdi de kayınvalidesinin yardımıyla alınmış kadının deyimiyle 'kapıcı dairesinden bozma' bir evde kalıyorlar. Bu hikayenin giriş kısmı. Anlatılanları evden çıkmak üzere olan kadının, masada daktiloyla romanını yazamaya çalışan kocasıyla tartışmasından öğreniyoruz.
Eskinin devrimcisi kadın şu an neredeyse emekliliği gelmiş bir memur (oyunda da buna atıf var zaten.) İş arkadaşlarıyla buluşmak için dışarı çıkmak üzere, kocasıyla da ayak üstü atışıyorlar. Böylece bizi de geçmişe götürüyorlar. İşkence gördükleri yıllara gidiyoruz, kadın eşinin işkence görürken çıkardığı bağırtılarını duyduğunu, işkencecisi olan yüzbaşıya 'Emret komutanım' diye selam durduğunu bildiğini söylüyor, küçümsüyor eşini. Eşi de bunları inkar ediyor tabi. Bu atışmalarla kocanın 20 yıldır evden çıkmadığını, ev işlerini yaptığını da öğreniyoruz. Eşi evden çıkarken ona 'Bir gün de eve erken gel.' diyor, karısıysa 'Beni bekleme.' Yaşadıkları travmadan sonra biri kendini eve kapatırken biri dışarı atıyor. Kadın eve para getirirken erkek evde iş yapıyor. Keskin sınırlarla ayrılmış iki karakter var. Hem birbirlerine bir kızgınlık/nefret var hem de birbirlerinden kopamıyorlar.
Kadın sahneden çıkınca çocukları giriyor içeri. Baba oğul ilişkisi görüyoruz. Babasına yeni bir imaj yapan, sonra da uyku sorunu yaşayan babasını küçükken ona anlattığı uyku kuşu masalıyla uyutan bir oğul. Ama esas görevi babasının mahrem anılarının hatırlatıcısı, fikirlerinin sorgulayıcısı olmak. Karısıyla kavga eden Nusret, ona ters gitse de oğluyla hiç tartışmıyor. Dışarı çıkamayan adamı rahatlatan, flüt çalan, hayata bağlayan bir evlat bu. Eşiyle ilgilenmeyen, çoğunlukla kavga eden, onu yalnız bırakan, hatta bırakıp gitme düşüncesi olan bir kadına karşı böyle bir evlada tutunuyor adam.
İlk perdede oyun beni hiç sarmadı. Hele karı-kocanın birbirine "Oğlum, kızım" şeklindeki sevgiden uzak ve samimiyetsiz hitaplarından nefret ettim. Oğlanın babasıyla konuşmasını biraz küstah buldum, baba-oğul sahnelerindeki zoraki güldürü öğeleri de fazla klişe geldi. İkinci perde ise neyseki daha akıcıydı, olayların hızla çözüldüğü ve devrimci olmakla ilgili sadece yaşanan acıların tek taraflı anlatıldığı değil ayrıca ideolojik eleştirilerinin de yapıldığı çok boyutlu bir anlatım başladı. Finalle ilgili aslında takip ederseniz başından beri ipuçları var ancak ben ikinci perdenin başında anladım. Bu gerçek hayattan esinlenen bir hikaye olduğu için finalde çözümlenen olay oldukça vurucu hale geliyor.
SPOİLER SPOİLER SPOİLER
Evet eğer kadının eve gelince oğluna bir şey söylememesine, eşine sürekli 'Kiminle konuşuyorsun?' demesine, oğlunun 'Soğuktu bebeğin elleri.' demesine dikkat ederseniz aklınıza 'Acaba bu oğlan adamın hayali mi?' sorusu gelebilir. Metinde çok iç burkucu bir hikayeye oluşturulmuş. Küçücük bir bebeğin annesine en çok ihtiyacı olduğu dönemde bir doktor anneyi ihbar etmiş. Anneyi sorguya götürmüşler. Bebekle baba baş başa kalmış. Evde çocuğa verecek yiyecek yok ama sokağa çıkma yasağı var. Köşe başı da kimlik kontrolü yapan polisler... Arkadaşlar desen çoğu yakalanmış, polis de kalanları yakalamak gözünü dört açmış. Baba çaresiz çocuğu evde bırakıp, polislere yakalanmadan hemen süt alıp gelmeye karar veriyor. Tabi çıkar çıkmaz yakalanıyor. Evde bebeğim var diye çok feryat etse de polisler tuzak sanıyor, o bebeği açlıktan/soğuktan ölmeden önce kurtaramıyorlar. Ve bu anne baba, onca işkence ve hapisten sonra çıkınca oğullarını bir daha göremiyor, hatta mezarını bile bilmiyorlar.
Ama 20 yıldır bu travmayı atlatamamış, sanrılı depresyonu ve başka psikolojik sorunları olan bir adamı doktora neden götürmemişler? Neden böyle yaşamasına izin vermişler?
SPOİLER SPOİLER SPOİLER
Oyunun ev dekoru ve kostümler, karakterlerin sosyoekonomik düzeyleriyle uyumluydu. Müzik olarak çello ve flüt hoştu. Oyunculuklardaysa Yeşim Dorman'ı beğenmedim, karakteri çok fazla anlamsız git gel yapıyor sahnede. Nusret Çetinel dil surçmesi yaşadı ama bağlanabildiğim, anlayabildiğim bir karakter sundu. Efe Çetinel ise oğulları rolünde oldukça iyiydi, sahneye devinim kattı, hareketlerindeki akıcılık, ses tonu karakterine olumlu yansıdı. Finale doğru oyunculuklar daha öne çıktı ve sonunda selamlamada bile artmış o duygusallığın etkisindeydiler.
Karakterlerin ideolojileri ve savundukları benim fikirlerime uymuyor. Ancak tiyatroya farklı fikirleri de görmeye, farklı hayatları da deneyimlemeye gidiyorum. Bu yüzden o işkence zamanlarını öğrenmek, ardından çıkmış olabilecek bu trajediyi görmek yeniydi benim için. Hikayeyi fena bulmasam da işlenişi, dialogları, karakterlerin sunuluşunu beğenmedim. Hayal kırıklığı demem aşırı olur ama umduğumu bulamadım diyebilirim.
Yorumlar
Yorum Gönder