KONTRABAS (ANKARA DEVLET TİYATROSU)
KONTABAS (ANKARA DEVLET TİYATROSU)
Yorgun ve mutsuz bir cumartesi gününde beni mutlu edeceğine emin olduğum tiyatro salonunda aldım soluğu. Sahnede ne olsa izlerim aslında ama ben iyi olduğunu önceden bildiğim oyunu seçerek işimi şansa bırakmadım.
Oyunun yönetmeni Metin Belgin. 1992'de beri yani 25 yıldır bu oyunu kendisinin de oynadığını da hemen belirteyim. O zamalar 'Koku' romanını okuduğu Patrick Süskind'in 'Kontrabas' oyunundan da çok etkilenmiş. Hemen sahneye koymaya cesaret edemese de aklından da atamamış. Uzun uğraşlar sonucu oyunu sahneye koymuş, o günden beri de hem yönetiyor hem de oynuyor. Halen İstanbul devlet tiyatrolarında sahnede. Resimlerinden gördüğüm kadarıyla İstanbul dt'deki ve Ankara dt'deki dekor ve kostümler oldukça farklı. Bu oyunu Metin Belgin yorumuyla da izlemeyi çok isterdim.
Ama Ankara izleyicisi Olcay Kavuzlu'dan izliyor. Hem de 24 yıldır bu karakteri oynuyor Kavuzlu. Onun mezuniyet ve Devlet tiyatrolarına giriş parçasıymış. Bu süre içinde farklı farklı yorumlarla sahnelemiş, çünkü hem seyirci değişmiş hem de kendi. Tek kişilik oyunlar sıkıcı olur diye bir ön yargı var. Tek kişilik oyunlarda, oyuncunun performansı sizin sıkılıp sıkılmayacağınızı doğrudan etkiliyor ve izleyiciyi oyuna bağlayabilmesi için de oyuncu karakterle iyi uyuşmalı. 24 yıldır sahnelediği karakterle kimyasının çok iyi olduğunu inkar edemeyiz, hem de Olcay Kavuzlu bence çok başarılı bir sanatçı. Hangi oyunda görsem çok iyi iş çıkardığını düşünüyorum ama Kontrabas onun oyuna % 100 hakim olduğu, karakterin tüm duygusal iniş çıkışlarını çok olgun bir oyunculukla verdiği ustalık eseri. Oyunu beğenmeyebilirsiniz, size eğlenceli gelmeyebilir ama bence Kavuzlu'nun performansının iyi olduğuna siz de hak verirsiniz.
Devlet operasında kontrabas çalan yani bir memur olan karakterimizin yalıtımlı, dışarıdan izole evine (ve hayatına) konuk oluyoruz. Bizimle dertleşiyor, anılarını, düşüncelerini anlatıyor. Arada klasik müzik bestecilerinin dedikodusunu yapıyor, bazen de toplum, cinsellik, birey gibi konulara değiniyor. Hayat arkadaşı kontrabasını tanıtıyor bize, onu hem çok seviyor hem de çok yeriyor. "Kontrabas, ondan uzalaştıkça sesi daha güzel gelen tek çalgıdır."
Bu oyuna tek kişilik dememek gerekir, selamlama da kontrabası da gösteriyor Kavuzlu. Karakterimiz ve kontrabas arasındaki ilişki biraz inişli çıkışlı. Orkestranın bel kemiği, merkezi olan olarak tanımladığı çalgısıyla olağanüstü de kötü de çalsa kimsenin fark etmiyor, özellikle de aşık olduğu opera şarkıcısı Sara. Orkestra hiyerarşisinde altlarda yer alıyor, binbir güçlükle taşıdığı kontrabasıyla sürekli provalarda olsa da, elleri nasir bağlasa da aldığı maaş kuş kadar. Bir keman çalıyor olsa belki bir bestekar olurdu ama kontrabas için yazılmış solo bile neredeyse yokken nasıl beste yapabilir? Her sesi çıkarabilecek bir aletten çıkan ses aslında cızırtı hatta gürültü. Hayali olan oda tiyatrosunda çalabilmek için önünde çok yol var. Bir kadın tarafından sevilmek için önündeki en büyük engel bu kadın vücutlu alet. Hayatıyla ilgili her şeyde kontrabas var; arzuladığı her şeyin hem öznesi hem de en büyük engelleyicisi. O ise babasını gıcık etmek için memuriyeti seçmiş, annesini üzmek için de bu hantal, kimsenin önemsediği alete yönelmiş. Ve ağzından dökülen şu replik: "Bu dişi aletle, beni bu hayata sürüklediği için annemin tüm fikirlerinin ırzına geçiyorum. " Psikoanalizin babası Freud bu cümleden karakterimize dair ne çözümlemeler yapardı kim bilir (bence siz de yapabilirsiniz ;) Gerçi psikoanalizi eleştiren karakterimizin, sahnede 1 saat 10 dakika boyunda kendine psikoanaliz yapması da ironik.
Oyunu 2 yıl önce de izlemiştim, o zaman karakter bana delirmenin eşiğindeki biri gibi gelmişti, daha dengesizdi, konudan konuya alakasız atlıyor, ani duygulanımlar gösteriyor gibiydi. Olcay Kavuzlu da sahnede soru soruyordu ama cevapları da pek de beklemiyordu. Bu sefer ise karakter daha aklı başında, evet konudan konuya geçiyor ama söyledikleri aslında mantıklı. Enstrümanı gibi kıyıda köşede kalmış, uyumsuz belki orta yaş bunalımdaki bu adamın sohbeti bu sefer çok keyif verdi. (Ben de değiştim sanırım ya da oyun değişti.) Çok daha interaktifti, Olcay Kavuzlu pek çok soru sordu, cevaplara göre süper doğaçlamalar yaptı. Metinde olmadığına emin olduğum telefon bağımlılığıyla ilgili eleştirisi hala oyunlarda telefonunu kapatmayan, çalınca açıp konuşanlarla çevrili olduğumuz için çok yerindeydi.
"Gerçekleri sunsak da insanlar hep o sunulan gerçeğin arkasındaki gizli gerçekliği keşfetmeye çalışır. Haklısınız bu özgür insanın hakkıdır, peki siz özgür müsünüz? "
"İçinizde işini severek yapan, olmak istediği yerde olan var mı? "
"Ben de en az sizin kadar mutsuzum."
"Filozof bir arkadaşım var, yani adam 25 yıldır düşünüyor. Her insan düşünmeye uygun değildir, düşünmemesi gereken insanlar düşündüğü için dünya felakete gidiyor demişti." Bu replikleri söyleyen karakterimiz düşünmeye uygun bir insan mı yoksa düşünceleri onun felaketini mi hazırlayacak işte o da sizin yorumunuz olsun :)
Yorgun ve mutsuz bir cumartesi gününde beni mutlu edeceğine emin olduğum tiyatro salonunda aldım soluğu. Sahnede ne olsa izlerim aslında ama ben iyi olduğunu önceden bildiğim oyunu seçerek işimi şansa bırakmadım.
Oyunun yönetmeni Metin Belgin. 1992'de beri yani 25 yıldır bu oyunu kendisinin de oynadığını da hemen belirteyim. O zamalar 'Koku' romanını okuduğu Patrick Süskind'in 'Kontrabas' oyunundan da çok etkilenmiş. Hemen sahneye koymaya cesaret edemese de aklından da atamamış. Uzun uğraşlar sonucu oyunu sahneye koymuş, o günden beri de hem yönetiyor hem de oynuyor. Halen İstanbul devlet tiyatrolarında sahnede. Resimlerinden gördüğüm kadarıyla İstanbul dt'deki ve Ankara dt'deki dekor ve kostümler oldukça farklı. Bu oyunu Metin Belgin yorumuyla da izlemeyi çok isterdim.
Ama Ankara izleyicisi Olcay Kavuzlu'dan izliyor. Hem de 24 yıldır bu karakteri oynuyor Kavuzlu. Onun mezuniyet ve Devlet tiyatrolarına giriş parçasıymış. Bu süre içinde farklı farklı yorumlarla sahnelemiş, çünkü hem seyirci değişmiş hem de kendi. Tek kişilik oyunlar sıkıcı olur diye bir ön yargı var. Tek kişilik oyunlarda, oyuncunun performansı sizin sıkılıp sıkılmayacağınızı doğrudan etkiliyor ve izleyiciyi oyuna bağlayabilmesi için de oyuncu karakterle iyi uyuşmalı. 24 yıldır sahnelediği karakterle kimyasının çok iyi olduğunu inkar edemeyiz, hem de Olcay Kavuzlu bence çok başarılı bir sanatçı. Hangi oyunda görsem çok iyi iş çıkardığını düşünüyorum ama Kontrabas onun oyuna % 100 hakim olduğu, karakterin tüm duygusal iniş çıkışlarını çok olgun bir oyunculukla verdiği ustalık eseri. Oyunu beğenmeyebilirsiniz, size eğlenceli gelmeyebilir ama bence Kavuzlu'nun performansının iyi olduğuna siz de hak verirsiniz.
Devlet operasında kontrabas çalan yani bir memur olan karakterimizin yalıtımlı, dışarıdan izole evine (ve hayatına) konuk oluyoruz. Bizimle dertleşiyor, anılarını, düşüncelerini anlatıyor. Arada klasik müzik bestecilerinin dedikodusunu yapıyor, bazen de toplum, cinsellik, birey gibi konulara değiniyor. Hayat arkadaşı kontrabasını tanıtıyor bize, onu hem çok seviyor hem de çok yeriyor. "Kontrabas, ondan uzalaştıkça sesi daha güzel gelen tek çalgıdır."
Bu oyuna tek kişilik dememek gerekir, selamlama da kontrabası da gösteriyor Kavuzlu. Karakterimiz ve kontrabas arasındaki ilişki biraz inişli çıkışlı. Orkestranın bel kemiği, merkezi olan olarak tanımladığı çalgısıyla olağanüstü de kötü de çalsa kimsenin fark etmiyor, özellikle de aşık olduğu opera şarkıcısı Sara. Orkestra hiyerarşisinde altlarda yer alıyor, binbir güçlükle taşıdığı kontrabasıyla sürekli provalarda olsa da, elleri nasir bağlasa da aldığı maaş kuş kadar. Bir keman çalıyor olsa belki bir bestekar olurdu ama kontrabas için yazılmış solo bile neredeyse yokken nasıl beste yapabilir? Her sesi çıkarabilecek bir aletten çıkan ses aslında cızırtı hatta gürültü. Hayali olan oda tiyatrosunda çalabilmek için önünde çok yol var. Bir kadın tarafından sevilmek için önündeki en büyük engel bu kadın vücutlu alet. Hayatıyla ilgili her şeyde kontrabas var; arzuladığı her şeyin hem öznesi hem de en büyük engelleyicisi. O ise babasını gıcık etmek için memuriyeti seçmiş, annesini üzmek için de bu hantal, kimsenin önemsediği alete yönelmiş. Ve ağzından dökülen şu replik: "Bu dişi aletle, beni bu hayata sürüklediği için annemin tüm fikirlerinin ırzına geçiyorum. " Psikoanalizin babası Freud bu cümleden karakterimize dair ne çözümlemeler yapardı kim bilir (bence siz de yapabilirsiniz ;) Gerçi psikoanalizi eleştiren karakterimizin, sahnede 1 saat 10 dakika boyunda kendine psikoanaliz yapması da ironik.
Oyunu 2 yıl önce de izlemiştim, o zaman karakter bana delirmenin eşiğindeki biri gibi gelmişti, daha dengesizdi, konudan konuya alakasız atlıyor, ani duygulanımlar gösteriyor gibiydi. Olcay Kavuzlu da sahnede soru soruyordu ama cevapları da pek de beklemiyordu. Bu sefer ise karakter daha aklı başında, evet konudan konuya geçiyor ama söyledikleri aslında mantıklı. Enstrümanı gibi kıyıda köşede kalmış, uyumsuz belki orta yaş bunalımdaki bu adamın sohbeti bu sefer çok keyif verdi. (Ben de değiştim sanırım ya da oyun değişti.) Çok daha interaktifti, Olcay Kavuzlu pek çok soru sordu, cevaplara göre süper doğaçlamalar yaptı. Metinde olmadığına emin olduğum telefon bağımlılığıyla ilgili eleştirisi hala oyunlarda telefonunu kapatmayan, çalınca açıp konuşanlarla çevrili olduğumuz için çok yerindeydi.
"Gerçekleri sunsak da insanlar hep o sunulan gerçeğin arkasındaki gizli gerçekliği keşfetmeye çalışır. Haklısınız bu özgür insanın hakkıdır, peki siz özgür müsünüz? "
"İçinizde işini severek yapan, olmak istediği yerde olan var mı? "
"Ben de en az sizin kadar mutsuzum."
"Filozof bir arkadaşım var, yani adam 25 yıldır düşünüyor. Her insan düşünmeye uygun değildir, düşünmemesi gereken insanlar düşündüğü için dünya felakete gidiyor demişti." Bu replikleri söyleyen karakterimiz düşünmeye uygun bir insan mı yoksa düşünceleri onun felaketini mi hazırlayacak işte o da sizin yorumunuz olsun :)
Yorumlar
Yorum Gönder